Tarihin büyük uygarlıklarından birçoğuna; Mezopotamya devletlerine, Med, Pers, İskender, Part, Sasani, Emevi, Abbasi, Samani, Karahanlılar, Gazneliler, Büveyhiler, Büyük Selçuklu, Alamut, İlhanlılar, Timur, Safevi gibi çok sayıda devlete ev sahipliği yapan; Rabia Adeviye, Bistami, Muhasibi, Tüsteri, Hallacı Mansur’la ortaya çıkan tasavvuf düşüncesinin ilk doğduğu, Hz.Ali’nin torunlarına kucak açan, ilim irfan yuvası Horasan’ın yer aldığı; Hasan Sabbah, İsmaililer, Fatimiler, Büveyhiler, Karmati, İffanı Safa gibi, Alici düşüncenin sofistike halinden tarihin ilk ansiklopedisinin çıktığı; Zerdüştlük-Mazdeizm, Maniheizm, Mitraizm, Hıristiyanlık, Yahudilik, Sunnilik, Şiilik gibi birçok dinin bir arada veya komşu olarak yaşadığı; Rudeki, Firdevsi, Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Hafızı Şirazi, Sadi Şirazi, Nizami Gencevi, Şemsi Tebrizi, Nasirüddin Tusi (Nasreddin Hoca), Hacı Bektaş Veli, Ali Şir Nevai gibi nice ilim, irfan, şiir ehlinin yurdu; Harezmi, Biruni, Ahmet Yesevi, Mevlana, Uluğ Bey, Fuzuli, gibi ışık insanlarının doğdukları Yesi, Semerkant, Belh, Harezm gibi şehirlere komşu bir ülke.




Yezd: Çölün Ortasında Zerdüşt Kültürü
Yezd, adeta bir zaman kapsülü gibi. Daracık sokaklarında dolaşırken kerpiçten yapılmış eski evler ve rüzgâr kuleleri (bâdgirler) göz kamaştırıyor. Zerdüşt Tapınağı, kutsal ateşiyle binlerce yıldır yanmaya devam ediyor ve buranın mistik havası beni derinden etkiledi.
Yezd’in en büyüleyici noktalarından biri de Sessizlik Kuleleri. Eskiden Zerdüştler ölülerini burada doğaya teslim edermiş. Gün batımında kulelerden çölü izlemek, bana bambaşka bir huzur verdi.




Zerdüştîlik (Mecusi) ve Ateşkede
İran’ın kökü Pers dönemine hatta çok daha öncelere uzanan Zerdüştîlik dini ilk tek tanrılı din olarak bilinir. Bugün 200.000 kişi civarında kaldıkları tahmin ediliyor. Ancak bu dinin İran kültürünün temellerini oluşturduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Gerek tasavvufun gerekse İslam, Şii irfanının kurucu babalarının ciddi bir kısmının ailelerinin Mecusi olması, bu din felsefesinin çeşitli kanallardan İran tefekkürüne girdiğini gösterir.

İsfahan: Nakş-ı Cihan Meydanı ve Sanatın Başkenti
İsfahan’a adım atar atmaz bu şehrin büyüsüne kapıldım. Nakş-ı Cihan Meydanı, İran mimarisinin en görkemli örneklerine ev sahipliği yapıyor. Şah Camii, mavi çinileri ve muazzam kubbesiyle hayranlık uyandırıyor. Hemen yanı başındaki Ali Kapı Sarayı, şahların bir zamanlar maç izlediği geniş terasıyla dikkat çekici.
Ama asıl unutamadığım an, 33 Kemerli Köprü’de güneşin batışını izlemekti. Nehrin sularına yansıyan kemerler, o anı sonsuza kadar hafızama kazıdı.




Şiraz: Şairler ve Bahçeler Şehri
Şiraz, romantik havası ve tarihe meydan okuyan yapılarıyla beni kendine çekti. İlk olarak Nasır el-Mülk Camii’ne gittim. Sabah saatlerinde, vitraylardan süzülen rengârenk ışık huzmeleri caminin içini bir masal diyarına çeviriyor. Burada fotoğraf çekmeye doyamadım.
Tabii ki İran’ın ünlü şairleri Hafız ve Sadi’nin türbelerini ziyaret etmeden olmazdı. Hafız’ın Türbesi, huzur veren bahçesiyle insanı derin düşüncelere sevk ediyor.




Persepolis Antik Kenti




Kerbela Olayı
Kerbela Nedir? Kerbela, İslam tarihinin en trajik olaylarından biridir. 680 yılında, Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişi, Emevi halifesi Yezid’in ordusuna karşı direnirken Kerbela’da şehit edilmiştir. Bu olay, adalet ve zulme karşı direnişin sembolü olarak milyonlarca insanın hafızasında canlı bir şekilde yaşamaktadır.
Kerbela’da Neler Yaşandı? Kerbela, Hz. Hüseyin ve ailesinin Yezid’in zorbalığına boyun eğmeyi reddetmesiyle başlayan trajik bir süreçtir. Onun yanında bulunanlar günlerce susuz bırakılmış, ardından ağır işkencelerle şehit edilmiştir. Ancak Hz. Hüseyin’in direnişi, İslam dünyasında büyük bir adalet mücadelesi olarak kabul edilmiştir.
Bir Milletin Kalbindeki Yas İran’da dolaşırken, girdiğim çayhanelerde, türbelerde ve sokak aralarında Kerbela’nın yankılarını hissetmemek imkânsızdı. Konuştuğum her insanın gözlerinde, ses tonunda ve kelimelerinde bir hüzün vardı. Kerbela onlar için sadece bir tarihî olay değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir direniş sembolüydü. Yaşlı bir amca bana Hz. Hüseyin’in susuz bırakılışını anlatırken gözyaşlarını tutamadı. 'Bir insanın en temel hakkı olan su bile çok görüldü ona ve ailesine. Ama o asla davasından vazgeçmedi. Bugün biz de onun yolunda adaleti ve hakkı savunuyoruz' dedi. O an, Kerbela'nın sadece geçmişte yaşanmış bir trajedi olmadığını, hâlâ milyonlarca insanın hayatında canlı bir duygu olarak yer ettiğini anladım.
İran’da Kerbela Anma Törenleri İran’da Muharrem ayında yapılan anma törenleri, bu olayın halkın ruhuna ne denli işlediğini gösteriyor. Siyahlar giymiş insanlar, ellerini göğüslerine vurarak mersiyeler okuyor, gözyaşları içinde Kerbela’yı hatırlıyorlar. Genç bir adam, 'Biz Kerbela’yı sadece anmak için değil, yaşamak için buradayız. Hz. Hüseyin’in adalet mücadelesi, bizim de mücadelemizdir' diyerek, bu olayın onlar için ne anlama geldiğini net bir şekilde özetledi.
Sonsuz Bir Direniş Bu ziyaret bana Kerbela’nın sadece bir tarihî olay olmadığını, adalet, fedakârlık ve direnişin bir sembolü olarak milyonlarca insanın hayatında hâlâ yankılandığını gösterdi. İran’da dinlediğim her hikâye, gördüğüm her yas ifadesi bana, Kerbela’nın sadece geçmişte değil, bugünün ve yarının dünyasında da etkisini sürdüreceğini kanıtladı. Bu topraklardan ayrılırken aklımda tek bir şey vardı: Kerbela’nın hikâyesi, aslında hepimizin hikâyesiydi. İran, her köşesinde farklı bir hikâye saklayan büyüleyici bir ülke. Her şehir, her yapı ve her sokak bana unutulmaz anılar bıraktı. Eğer siz de tarihe, sanata ve doğaya ilgi duyuyorsanız, İran’ı mutlaka keşfetmelisiniz!




Yorumlar